Demokrasiye göre, bütün vatandaşlar, devletin politikasının şekillendirilmesi ve geleceğe dayalı planlarında eşit söz söyleme hakkına sahip olmalıdır. Ne var ki, demokrasinin bu özelliği, toplumun kalkınmasını yavaşlatmaktadır. Elbette, bütün insanlar eşittir. Ancak aynı zamanda da her insan birbirinden farklıdır ve farklı konularda uzmanlaşmıştır.
Demokrasinin eksiklerini görebilmek için önce eşitlik kavramını tam olarak anlayabilmek gerekir. Eşitlik, bütün insanların aynı haklara, fırsatlara ve yaşama şansına sahip olması anlamına gelir. Ancak her insanın politik, ekonomik, bilimsel ve siyasal yeteneği ve bilgisi aynı olmak zorunda değildir. Bu nedenle,
Demokrasinin eksiklerini görebilmek için önce eşitlik kavramını tam olarak anlayabilmek gerekir. Eşitlik, bütün insanların aynı haklara, fırsatlara ve yaşama şansına sahip olması anlamına gelir. Ancak her insanın politik, ekonomik, bilimsel ve siyasal yeteneği ve bilgisi aynı olmak zorunda değildir. Bu nedenle,
doğrudan ekonomi, siyaset ve diğer çeşitli konularda bilgi gerektiren her insanın oyunun eşit olması da anlamsız olacaktır. Oy verme işlemi bir nevi yönetim üzerinde herkesin eşit hakka sahip olması anlamına gelmektedir. Ancak, düşünün; bir spor dalında veya bir mühendislik alanında bütün insanlar aynı yeteneğe ve eşit bilinçte karar verme mekanizmasına sahip midir? Nasıl ki, bir kaza anında, ortamda bulunan doktor veya sağlık görevlileri duruma müdahale etmeli ve diğer halk karışmamalıysa, aynı şekilde politika ve seçimlerde de bu konularda bilgili ve yetenekli halkın söz söyleme hakkı daha fazla olmalıdır.
Demokrasinin en büyük eksiklerinden biri, yeteneğe ve hak edene değil, daha fazla popüler olana destek vermesidir. Düşünün ki, liselerde bile sınıf başkanı seçilirken çoğunlukla öğrencilerin görüşlerine değil de öğretmenlerinin isteğine göre durum düzenlenir. Aşırı haylaz bir sınıf, kendi gibi bir başkan seçecek ve düzen sağlanamayacaktır. Bu nedenle öğretmen demokrasiye el koyar ve başkanı kendi seçer. Elbette, toplumsal düzende lideri tek bir kişinin seçmesi kabul edilemez, ancak unutulmaması gereken bir şey var ki o da çoğunluğun her zaman doğru seçimler yapmadığıdır. Demokrasiyi olduğu gibi kabul ediyorsak, “çoğunluk her zaman haklıdır” görüşünü benimseriz, ancak çoğunluk her zaman haklı değildir. Hatta genellikle, çoğunluk tarih boyunca yanlış kararlar vermiştir; unutmayınız ki, Adolf Hitler ve George W. Bush gibi yöneticiler demokrasi ile başa gelmiştir. Bu nedenlerle, yanlış ama popüler bir bireyin, devletin başına geçmesini, normal bir durum olarak görmek imkânsızdır. Bazı durumlarda tek bir kişinin kararı, milyonlarınkinden daha doğru ve bu nedenle daha önemli olabilir.
Toplum nadiren doğru kararlar verebilmektedir çünkü toplumları oluşturan insanlar politik konularda çoğunlukla cahildir. Amerika Birleşik Devletleri’nden örnek verirsek; halkın büyük çoğunluğu ne Irak’ın, ne Afganistan’ın, hatta ne de Avrupa’nın yerini, kültürünü, siyasi yapısını bilmektedir. Peki, hiçbir şeyden haberi olmayan bilgisiz bir halk, eşitlikçi bir seçimle birini başa getirdiği zaman bu doğru bir seçim mi olacaktır? Ya da Avrupa’da yükselen milliyetçi seslerin neden olacağı bir dünya savaşı, demokrasi için bir zafer midir? Nitekim, bir çok toplumda aşırı ırkçı veya ayrımcı insanlar bulunmaktadır. Bu ırkçı insanların sayısı artarak ve kendi görüşlerini meclise sokarak yeni bir soykırım yapabilseler, bu demokrasi için ne ifade edecektir?
Demokrasilerde toplumdaki herkes - yönetim ve yönetici seçimi konusunda - eşit olmak zorunda değildir. Çünkü eğitim seviyeleri ve o konu hakkındaki yetenekleri eşit değildir. Hakkını vererek siyasal bilgiler okumuş bir erişkin ile okuma yazma bilmeyen bir çiftçinin veya siyaset ve yönetimle alakasız bir mankenin oyunun eşit olması kadar saçma bir şey olamaz. Zamanında oldukça tepki toplayan “Çobanla benim oyum bir mi?” şeklinde isyanın kökeni aslında oldukça geçmiş zamanlara uzanıyor. Tarih boyunca demokrasi sorgulanmış ancak günümüzdeki sistem pek fazla değişmemiş, değişememiştir. Bunun başlıca nedenleri; karşıtların kendilerini iyi anlatamamaları ve halkın isteksizliğidir. Bir kişinin yüzüne, “senin oyun benimkinden daha değersiz” demek, elbette o kişinin tepkisine yol açacaktır. Aslında, elbette durum böyledir; “senin oyun benimkinden daha değersiz” cümlesi kısmen doğrudur, ancak bunu, açıklayıcı, mantıklı ve halkla düşman olmadan yapmak gerekir. Kişi, kendinden daha bilgiliye ve yetenekliye saygı göstermek istiyorsa, o konu hakkındaki görüşünün, saygı gösterdiği insanın görüşünden daha değersiz olabileceğini kabul etmesi gerekir. Elbette, çok sık olmasa da, bir konu hakkında hiçbir bilgi birikimi olmayan birisi, o konunun uzmanından daha iyi fikirler yürütebilir. Ancak burada bahsettiğimiz milyonlarca oy ile yapılan bir seçim ve istatistiksel olarak bilmeyenin bilenden daha iyi fikir yürütme olasılığını sıfıra indirmektedir.
Şimdi biraz daha çoban sorununu inceleyelim. Elbette çoban ve bir siyasi bilimler öğrencisi aynı haklara, fırsatlara ve yaşama şansına sahiptir ve bu nedenle de ikisi de değer bakımından eşittir. Zaten ikisi de farklı konularda uzmanlaştığı için ikisinin de kendilerine özgü yetenekleri ve bilgi birikimi bulunmaktadır. Ancak, ne var ki her ikisi de aynı kapasitede ve verimlikte, doğru kararı vererek politik bir seçim yapabilecek durumda değildir (Burada elbette genelleme yapıyoruz, bir siyasi bilimler öğrencisinden daha fazla politik bilgi birikimi olan çoban da olabilir). Bu nedenle birisinin oyunun diğerinden seçime daha fazla etki etmesi kabul edilebilir olacaktır.
Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, insanların verdiği oylar elbette onların mesleklerine göre değerlendirilemez. Yukarıda verdiğim çoban örneği aslında bir benzetmeyi teşkil ediyor. İnsanların oylarının değeri onların, mesleklerine, mal varlığına, etnik kökenlerine ve dini inanışlarına göre düzenlenemez, ancak insanların yönetimsel konuda ki bilgi birikimi, ülkenin siyasi yapısı için farkındalık ve suç sabıkasına göre düzenlenebilir. Şimdi, normal bir vatandaşın oyunun değerinin “1” birim olduğunu kabul edelim. Kanunlara uyan bir vatandaş ile uslanmaz bir katilin oylarının değeri hiçbir zaman eşit olamaz. Evet, bireyler eşit haklara sahiptir ancak bireylerin topluma ve devlete kazandırdığı fayda aynı değildir. Devletin yönetimi suç işleyen ve devlete ve millete zarar veren bir bireyin belirlemesi aptalcadır. Örneğin eğer bir toplumda psikopat sayısı fazlaysa, yönetime onların istediği tarzda onlar gibi birinin girebilmesi mümkündür. O halde, bu saçma durumdan kurtulmak için suçlu kişinin sabıka kaydına göre oy değeri düşürülür. Bu sayede topluma zarar veren bireylerin yönetime etkisi en aza indirilmiş olur, ayrıca oy değerlerinin “0” yapılmaması, yine de onların da seçimde az da olsa söz hakkı olduğunu belirtmektedir.
Eğitim ve bilgi konusu ise biraz daha karmaşık bir yapıya sahiptir. Sonuçta kimsenin bilgi birikimi ve kültürü, okuduğu okulla, etnik kökeniyle, dini görüşüyle veya mesleği ile ölçülemez. Elbette, çoban örneğindeki gibi genellemeler yapılabilir ancak tam bir sonuca varılamaz. Bu yüzden eğitim konusundaki politik çözüm yine insanın kendisinden geçmektedir. Milletvekili seçimlerinin birden fazla basamaklı, örneğin iki aşamalı yapılması durumunda cehalet oyları en aza indirilebilir. Küçük topluluklar kendilerini temsil edecek herhangi bir siyasi partisi olmayan temsilcileri ve nihayetinde en son seçilenler de tek parti için parlamento üyelerini seçebilir. Elbette yine apolitik veya cahil bireyler kendi yanlış görüşlerine göre oy vereceklerdir, ancak belli bir toplum tarafından aday gösterilmiş bir insanın sahip olduğu siyasi yetenek ve kültür, o toplumun averajından çoğunlukla daha yüksek olacaktır. Bu adayların seçtiği daha yüksek adaylar ise politika konusunda daha da yetenekli ve kültürlü olacaktır. Nihayetinde milletvekili seçimlerinde yeni seçilecek milletvekillerinin istatistiksel olarak toplumun averaj seviyesinden çok daha yüksekte olması sağlanabilir. Bu sayede hem toplumu temsil eden vekiller, kaliteli insanlardan olacak, hem de toplumdaki ülkenin geleceğini etkileyen cahil oy etkisi azalacaktır. Ayrıca yine bu sayede halkın ezbere politik partilere veya sağ-sol'a oy vermesini engelleyerek bilinçli olarak oy vermesi sağlanacaktır. (Bu sisteme "Zincirleme Demokrasi" adını veriyorum.)
Hükümet sistemi sonuna kadar çürük bir yapıya sahiptir. İktidar partisi, istediği alanda at koştururken, muhalefet partilerinin talepleri sırf karşıtlık nedeniyle meclis tarafından reddedilir. Bu durum ortak çalışmayı ve optimal faydayı engellemektedir. Devletin istikrar ve gelişimi için, meclis hükümeti sistemi esas olandır. Hiçbir siyasi partinin olmadığı ve milletvekillerinin kademeli olarak seçildiği aşamalar sonrasında, seçilenlerin tamamının oluşturacağı bir meclis, ve o meclisin tamamının yönetime direkt olarak katılması, hükümet sistemine göre çok daha olumlu sonuçlar verecektir.
Örneğin, günümüz Türk meclisine baktığımızda sayıları yeterince fazla olmasına rağmen, mecliste komünistler, feministler, eşcinseller, köktendinciler, ateistler vs. yeterince veya hiç temsil edilmemektir. Parti yerine aday üzerinden olan seçimler sayesinde, feministler birleşerek en azından bir adet vekili meclise sokmayı başarabilirler. Aynı durum diğer görüşler için de geçerlidir. Bu sayede, meclis Türk toplumunu tam olarak temsil eden, bilinçli bir şekilde oluşturulmuş yönetim organı haline gelebilir. Sağlık kontenjanından giren vekilleri sağlık bakanlığını, mühendislik ve bilim kontenjanından girenler ise bilim ve teknoloji bakanlığını oluşturabilir. Meclisin kendi içerisinde yapacağı oylama ile bakanlıklar ve başbakanlık belirlenir. Bu sayede başbakan, bakanların efendisi ve doğal olarak ülkenin otoriter gücü olmayacak, meclis kısaca halkın tamamı toplu bir şekilde ülkeyi yönetecektir. Bu demokratik sistem, özellikle Doğu ülkelerinde gerçekleşen otoriter rejimlerin de en korkulu rüyası olabilir.
Demokrasinin en büyük eksiklerinden biri, yeteneğe ve hak edene değil, daha fazla popüler olana destek vermesidir. Düşünün ki, liselerde bile sınıf başkanı seçilirken çoğunlukla öğrencilerin görüşlerine değil de öğretmenlerinin isteğine göre durum düzenlenir. Aşırı haylaz bir sınıf, kendi gibi bir başkan seçecek ve düzen sağlanamayacaktır. Bu nedenle öğretmen demokrasiye el koyar ve başkanı kendi seçer. Elbette, toplumsal düzende lideri tek bir kişinin seçmesi kabul edilemez, ancak unutulmaması gereken bir şey var ki o da çoğunluğun her zaman doğru seçimler yapmadığıdır. Demokrasiyi olduğu gibi kabul ediyorsak, “çoğunluk her zaman haklıdır” görüşünü benimseriz, ancak çoğunluk her zaman haklı değildir. Hatta genellikle, çoğunluk tarih boyunca yanlış kararlar vermiştir; unutmayınız ki, Adolf Hitler ve George W. Bush gibi yöneticiler demokrasi ile başa gelmiştir. Bu nedenlerle, yanlış ama popüler bir bireyin, devletin başına geçmesini, normal bir durum olarak görmek imkânsızdır. Bazı durumlarda tek bir kişinin kararı, milyonlarınkinden daha doğru ve bu nedenle daha önemli olabilir.
Toplum nadiren doğru kararlar verebilmektedir çünkü toplumları oluşturan insanlar politik konularda çoğunlukla cahildir. Amerika Birleşik Devletleri’nden örnek verirsek; halkın büyük çoğunluğu ne Irak’ın, ne Afganistan’ın, hatta ne de Avrupa’nın yerini, kültürünü, siyasi yapısını bilmektedir. Peki, hiçbir şeyden haberi olmayan bilgisiz bir halk, eşitlikçi bir seçimle birini başa getirdiği zaman bu doğru bir seçim mi olacaktır? Ya da Avrupa’da yükselen milliyetçi seslerin neden olacağı bir dünya savaşı, demokrasi için bir zafer midir? Nitekim, bir çok toplumda aşırı ırkçı veya ayrımcı insanlar bulunmaktadır. Bu ırkçı insanların sayısı artarak ve kendi görüşlerini meclise sokarak yeni bir soykırım yapabilseler, bu demokrasi için ne ifade edecektir?
Demokrasilerde toplumdaki herkes - yönetim ve yönetici seçimi konusunda - eşit olmak zorunda değildir. Çünkü eğitim seviyeleri ve o konu hakkındaki yetenekleri eşit değildir. Hakkını vererek siyasal bilgiler okumuş bir erişkin ile okuma yazma bilmeyen bir çiftçinin veya siyaset ve yönetimle alakasız bir mankenin oyunun eşit olması kadar saçma bir şey olamaz. Zamanında oldukça tepki toplayan “Çobanla benim oyum bir mi?” şeklinde isyanın kökeni aslında oldukça geçmiş zamanlara uzanıyor. Tarih boyunca demokrasi sorgulanmış ancak günümüzdeki sistem pek fazla değişmemiş, değişememiştir. Bunun başlıca nedenleri; karşıtların kendilerini iyi anlatamamaları ve halkın isteksizliğidir. Bir kişinin yüzüne, “senin oyun benimkinden daha değersiz” demek, elbette o kişinin tepkisine yol açacaktır. Aslında, elbette durum böyledir; “senin oyun benimkinden daha değersiz” cümlesi kısmen doğrudur, ancak bunu, açıklayıcı, mantıklı ve halkla düşman olmadan yapmak gerekir. Kişi, kendinden daha bilgiliye ve yetenekliye saygı göstermek istiyorsa, o konu hakkındaki görüşünün, saygı gösterdiği insanın görüşünden daha değersiz olabileceğini kabul etmesi gerekir. Elbette, çok sık olmasa da, bir konu hakkında hiçbir bilgi birikimi olmayan birisi, o konunun uzmanından daha iyi fikirler yürütebilir. Ancak burada bahsettiğimiz milyonlarca oy ile yapılan bir seçim ve istatistiksel olarak bilmeyenin bilenden daha iyi fikir yürütme olasılığını sıfıra indirmektedir.
Şimdi biraz daha çoban sorununu inceleyelim. Elbette çoban ve bir siyasi bilimler öğrencisi aynı haklara, fırsatlara ve yaşama şansına sahiptir ve bu nedenle de ikisi de değer bakımından eşittir. Zaten ikisi de farklı konularda uzmanlaştığı için ikisinin de kendilerine özgü yetenekleri ve bilgi birikimi bulunmaktadır. Ancak, ne var ki her ikisi de aynı kapasitede ve verimlikte, doğru kararı vererek politik bir seçim yapabilecek durumda değildir (Burada elbette genelleme yapıyoruz, bir siyasi bilimler öğrencisinden daha fazla politik bilgi birikimi olan çoban da olabilir). Bu nedenle birisinin oyunun diğerinden seçime daha fazla etki etmesi kabul edilebilir olacaktır.
Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, insanların verdiği oylar elbette onların mesleklerine göre değerlendirilemez. Yukarıda verdiğim çoban örneği aslında bir benzetmeyi teşkil ediyor. İnsanların oylarının değeri onların, mesleklerine, mal varlığına, etnik kökenlerine ve dini inanışlarına göre düzenlenemez, ancak insanların yönetimsel konuda ki bilgi birikimi, ülkenin siyasi yapısı için farkındalık ve suç sabıkasına göre düzenlenebilir. Şimdi, normal bir vatandaşın oyunun değerinin “1” birim olduğunu kabul edelim. Kanunlara uyan bir vatandaş ile uslanmaz bir katilin oylarının değeri hiçbir zaman eşit olamaz. Evet, bireyler eşit haklara sahiptir ancak bireylerin topluma ve devlete kazandırdığı fayda aynı değildir. Devletin yönetimi suç işleyen ve devlete ve millete zarar veren bir bireyin belirlemesi aptalcadır. Örneğin eğer bir toplumda psikopat sayısı fazlaysa, yönetime onların istediği tarzda onlar gibi birinin girebilmesi mümkündür. O halde, bu saçma durumdan kurtulmak için suçlu kişinin sabıka kaydına göre oy değeri düşürülür. Bu sayede topluma zarar veren bireylerin yönetime etkisi en aza indirilmiş olur, ayrıca oy değerlerinin “0” yapılmaması, yine de onların da seçimde az da olsa söz hakkı olduğunu belirtmektedir.
Eğitim ve bilgi konusu ise biraz daha karmaşık bir yapıya sahiptir. Sonuçta kimsenin bilgi birikimi ve kültürü, okuduğu okulla, etnik kökeniyle, dini görüşüyle veya mesleği ile ölçülemez. Elbette, çoban örneğindeki gibi genellemeler yapılabilir ancak tam bir sonuca varılamaz. Bu yüzden eğitim konusundaki politik çözüm yine insanın kendisinden geçmektedir. Milletvekili seçimlerinin birden fazla basamaklı, örneğin iki aşamalı yapılması durumunda cehalet oyları en aza indirilebilir. Küçük topluluklar kendilerini temsil edecek herhangi bir siyasi partisi olmayan temsilcileri ve nihayetinde en son seçilenler de tek parti için parlamento üyelerini seçebilir. Elbette yine apolitik veya cahil bireyler kendi yanlış görüşlerine göre oy vereceklerdir, ancak belli bir toplum tarafından aday gösterilmiş bir insanın sahip olduğu siyasi yetenek ve kültür, o toplumun averajından çoğunlukla daha yüksek olacaktır. Bu adayların seçtiği daha yüksek adaylar ise politika konusunda daha da yetenekli ve kültürlü olacaktır. Nihayetinde milletvekili seçimlerinde yeni seçilecek milletvekillerinin istatistiksel olarak toplumun averaj seviyesinden çok daha yüksekte olması sağlanabilir. Bu sayede hem toplumu temsil eden vekiller, kaliteli insanlardan olacak, hem de toplumdaki ülkenin geleceğini etkileyen cahil oy etkisi azalacaktır. Ayrıca yine bu sayede halkın ezbere politik partilere veya sağ-sol'a oy vermesini engelleyerek bilinçli olarak oy vermesi sağlanacaktır. (Bu sisteme "Zincirleme Demokrasi" adını veriyorum.)
Hükümet sistemi sonuna kadar çürük bir yapıya sahiptir. İktidar partisi, istediği alanda at koştururken, muhalefet partilerinin talepleri sırf karşıtlık nedeniyle meclis tarafından reddedilir. Bu durum ortak çalışmayı ve optimal faydayı engellemektedir. Devletin istikrar ve gelişimi için, meclis hükümeti sistemi esas olandır. Hiçbir siyasi partinin olmadığı ve milletvekillerinin kademeli olarak seçildiği aşamalar sonrasında, seçilenlerin tamamının oluşturacağı bir meclis, ve o meclisin tamamının yönetime direkt olarak katılması, hükümet sistemine göre çok daha olumlu sonuçlar verecektir.
Örneğin, günümüz Türk meclisine baktığımızda sayıları yeterince fazla olmasına rağmen, mecliste komünistler, feministler, eşcinseller, köktendinciler, ateistler vs. yeterince veya hiç temsil edilmemektir. Parti yerine aday üzerinden olan seçimler sayesinde, feministler birleşerek en azından bir adet vekili meclise sokmayı başarabilirler. Aynı durum diğer görüşler için de geçerlidir. Bu sayede, meclis Türk toplumunu tam olarak temsil eden, bilinçli bir şekilde oluşturulmuş yönetim organı haline gelebilir. Sağlık kontenjanından giren vekilleri sağlık bakanlığını, mühendislik ve bilim kontenjanından girenler ise bilim ve teknoloji bakanlığını oluşturabilir. Meclisin kendi içerisinde yapacağı oylama ile bakanlıklar ve başbakanlık belirlenir. Bu sayede başbakan, bakanların efendisi ve doğal olarak ülkenin otoriter gücü olmayacak, meclis kısaca halkın tamamı toplu bir şekilde ülkeyi yönetecektir. Bu demokratik sistem, özellikle Doğu ülkelerinde gerçekleşen otoriter rejimlerin de en korkulu rüyası olabilir.
***
Demokrasinin bir diğer büyük eksikliği ise, fırsat eşitliğini aslında bütün halka tanımamasıdır. Günümüz hatalı demokrasi mantığına göre, bir pozisyona bir çalışan atanacaksa, ya da bir bakanlığa, bakan atanacaksa, o konuda en yetenekli, en bilgili ve en uygun olan kişi değil, en popüler olan getirilecektir. Bu tarz bir sistemde, devlet organlarının işleyişi zayıflar, hata oranları yükselir ve kaliteli kişilerin harcanmasına neden olunur. Üstelik genellikle halk tarafından daha çok sevilen, daha popüler olan kişiler, işlerinde iyi olduklarından değil, halkın ağzından konuşmayı daha iyi bildikleri için seçilmişlerdir. Kısaca, demokraside daha iyi olan değil, kendini halkın istediği gibi daha iyi gösteren kazanmaktadır. Ancak bu durumda diğer yandan halk ve devlet kaybetmektedir. Demokrasi kadrolaşmaya, kadrolaşma ise devletin çürümesine neden olmaktadır.
Her ne kadar demokrasilerde bütün insanların seçilme hakkı vardır denilse de aslında bu durum doğru değildir. Nitekim belli bir partiden aday olmak için, zengin ya da ünlü olmak gerekir. Düşünün, demokraside isteyen herkes milletvekili olabilmekte midir? Eğer kişi ünlüyse veya zenginse belli bir partiden belli bir sıradan aday olarak meclise girme şansını yakalar. Lakin kişi bu iki özelliğe de sahip değilse, kişinin seçilme hakkı neredeyse hiç yoktur. Herkesin seçilme hakkına sahip olmadığı, ancak herkesin seçme hakkına sahip olduğu bir sistem olan günümüz demokrasisi, görüldüğü gibi aslında şöhret ve zenginliğe dayanmaktadır. Devlet için yararlı olabilecek yüz binlerce bilgili, eğitimli, kaliteli ve yetenekli -ancak zengin ve ünlü olmayan- insan varken, meclise şarkıcıların, aşiret liderlerinin veya suçluların girmesi modern demokrasi adına oldukça acı bir durumdur. Zaten, işin ilginç tarafı da şudur ki, seçilen milletvekillerinin çoğunun devletle, milletle hatta seçildikleri şehirle bile alakaları yoktur. Kısaca, zaten hiçbir zaman milleti gerçekten temsil eden kişiler meclise girmemiştir ki, biz demokrasinin yüzde yüz oranında işlediğinden bahsedelim. Bir ülke, ancak ve ancak meclisini tamamını bilinçli bir şekilde gerçekten halkın seçtiği kaliteli milletvekilleri ile doldurduğu zaman gelişecektir. Meclis, bir ülkenin beynidir. Vücut ne kadar sağlam olursa olsun, beyin hasta ise, ölüm kaçınılmazdır.
Türkiye gibi ülkelere demokrasi çok fazla şeriat lazım veya manda yönetimi bizim halkı memnun edecektir.....
YanıtlaSilİslami yönetim gelsinde anlasınlar demokrasinin faydasını!
YanıtlaSilSorun demokraside değil onu uygulayanlarda.
YanıtlaSilİslam demokrasiden daha özgürlükçü ve güzel bir yönetim şeklidir!
YanıtlaSilaz aklını kullan islam nasıl demorkasiden daha özgür olabilir? yobazlığın suyunu çıkarma
Silİslâm'da rey hakkı herkese ait değildir. Önce oy kullanacakların seçilmesi lâzımdır.
Silislam en güzel dindir ama devlet ve din işlerini ayrı tutmak lazım...
YanıtlaSilhangi demokrasiden bahsediyorsun ! hala demokrasi var mı bizde, onun yerine ilerisi var işte.
YanıtlaSilherkes eşittir, herkesin oy oranı da eşit olur faşizm yapma
YanıtlaSilaysun kayacı reyiz haklıydı
YanıtlaSilİnsanlar eşit haklara sahip ama siyasi konualarda eşit bilgiye sahip değil. çok doğru söylüyorsun.
YanıtlaSildemokrasi bilgiyi değil tercihi sorgular ve her insan istediği şekilde yönetilmeye layıktır. çokluk kısmı sorun çıkarır her zaman. fakat demokrasi de seçimi ne yazık ki halk yapmaz ! yönetimi belirleyen oyu kullanan değil oyu sayandır ne yazık ki
Sildemokrasi saçma her insanın seviyesi ayınımıki oyları aynı oluyo
YanıtlaSilİslamdaki seçim ; Allah'ın ve Rasul'unün emrettiği şeylerin dışındaki meseleler Şuraya sorulur
YanıtlaSilDemokrasideki seçim ;Bütün meseleler Halka sorulur
Casiye suresi 18 ''Sonra seni din hususunda apaçık bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy, bilmeyenlerin hevâ ve heveslerine uyma.''