Semitik mitolojide, tarihteki ilk katil, kardeşi Habil’i büyük bir kıskançlık içinde kalıp öldüren Kabil’dir. Hıristiyanlık, Musevilik ve İslam’da hikâyelerin anlatımında bazı küçük farklılıklar olsa da ana fikir aynıdır, ilk günah kıskançlık ve hırs yüzünden işlenmiştir. İbrahimi dinlerdeki ortak anlatım şöyledir; Habil ve Kabil, tanrıya birer adakta bulunmuş, ancak tanrı yalnızca Habil’in adağını kabul etmiş ve bu durum Kabil’de Habil’e karşı kıskançlık doğmasına ve nihayetinde kardeşini öldürmesine neden olmuştur.
Antik mitlerden günümüz modern dünyasına geldiğimizde de kıskançlık duygusunun azalmadığı, hatta kapitalizm sayesinde çok daha arttığı görülmektedir. Elbette bilimin, sanatın, insanlığın gelişmesinde insanın rekabetçiliği, asla pes etmemek ve daha iyi olma arzularının etkisi reddedilemez. Ancak diğer yandan modern yaşamda benimsediğimiz yaşam stiline baktığımızda da temelinin daha iyi olarak rekabet etme değil; kolay yoldan güç kazanma ve bencillik üzerine kurulduğunu fark etmemek imkansızdır (İnsan daima daha fazla güç elde etmeye istekli bir varlıktır).
Başarıyı ve ilerlemeyi getiren rekabetçilik, kişinin hırslı bir şekilde kendisini geliştirmeye çalışması ve başkalarıyla değil kendisiyle yarışması; Kabil'in lanetini getiren rekabetçilik ise kişinin emek göstermeden, sadece çevresindekilerin sahip olduklarını istemesidir. İşin aslı, ilerlemek isteyen insan başkalarıyla değil yalnızca kendisiyle yarışmalıdır. Çünkü ancak o zaman kendisi için, doğuştan gelen yetenekleri için, doğru olan yolu bulabilir. Örneğin, doğuştan müzik yeteneği olan birisi, kendisine odaklanmak yerine, sporda yetenekli birisini örnek alarak ona ulaşmaya çalıştığında, ya başarısız olacak ya da başarıya ulaşmak için hayatından fedakarlık etmek, doping ve diğer çeşitli yollara başvuracaktır. Üstelik ne kadar uğraşırsa uğraşsın hedeflediği kişiye ulaşamayacak, bunu adaletsiz bir durum olarak görecek ve kıskançlık duyacaktır. Eh Beethoven müzik yerine tenise, Tolstoy yazarlık yerine mühendisliğe yönelseydi, acaba şuandaki başarı ve şöhretlerine ulaşabilecekler miydi?
İnsan, kendine uygun olan varoluş amacını bularak, güç ve başarı yolunda ilerlemelidir. Diğer yandan kapitalist sistem ise, gücün sınırlarını çizerek, insanoğlunu kendi amaçları doğrultusunda manipüle etmektedir. Öyle ki, medya ve yönetim vasıtasıyla finansal ve şöhretsel güçlerin asıl güç olarak lanse edildiği günümüzde, kişiler de asıl yetenekli oldukları ve sevdikleri alanlar yerine, daha çok para ve güç getirecek alanlara yönelmekte, ve bu alanlarda tutunabilmek için her türlü ahlaksız davranışı sergileyebilmektedirler. Kapitalist sistemin olmadığı bir dünyada, sanat, bilim, edebiyat çok daha gelişecektir. Ancak günümüzde, belki kanseri bulabilecek potansiyeli olan bir kişi daha fazla para için diyetisyenliğe, yeni bir Suç ve Ceza yazma potansiyeli olan bir yazar ise Bankacılığa yönelebilmektedir. Elbette bu davranış modellerinde kişileri suçlamak da doğru değildir. Nitekim, yeteneksiz YouTuberlar ve pop şarkıcıları hem para hem üne sahipken, pek çok insanın bu kolay yolu tercih etmesi beklenen bir durumdur. Kısaca Karl Marx’ın tanımıyla meta fetişizmi, bizi maddeye, paraya ve güce tapan bireyler haline getirecektir. Nihayetinde, insanlar daha iyi olmaya çalışmamakta, para ve ün için daha iyi bir pozisyona gelmeyi arzulamaktadır.
Antik mitlerden günümüz modern dünyasına geldiğimizde de kıskançlık duygusunun azalmadığı, hatta kapitalizm sayesinde çok daha arttığı görülmektedir. Elbette bilimin, sanatın, insanlığın gelişmesinde insanın rekabetçiliği, asla pes etmemek ve daha iyi olma arzularının etkisi reddedilemez. Ancak diğer yandan modern yaşamda benimsediğimiz yaşam stiline baktığımızda da temelinin daha iyi olarak rekabet etme değil; kolay yoldan güç kazanma ve bencillik üzerine kurulduğunu fark etmemek imkansızdır (İnsan daima daha fazla güç elde etmeye istekli bir varlıktır).
Başarıyı ve ilerlemeyi getiren rekabetçilik, kişinin hırslı bir şekilde kendisini geliştirmeye çalışması ve başkalarıyla değil kendisiyle yarışması; Kabil'in lanetini getiren rekabetçilik ise kişinin emek göstermeden, sadece çevresindekilerin sahip olduklarını istemesidir. İşin aslı, ilerlemek isteyen insan başkalarıyla değil yalnızca kendisiyle yarışmalıdır. Çünkü ancak o zaman kendisi için, doğuştan gelen yetenekleri için, doğru olan yolu bulabilir. Örneğin, doğuştan müzik yeteneği olan birisi, kendisine odaklanmak yerine, sporda yetenekli birisini örnek alarak ona ulaşmaya çalıştığında, ya başarısız olacak ya da başarıya ulaşmak için hayatından fedakarlık etmek, doping ve diğer çeşitli yollara başvuracaktır. Üstelik ne kadar uğraşırsa uğraşsın hedeflediği kişiye ulaşamayacak, bunu adaletsiz bir durum olarak görecek ve kıskançlık duyacaktır. Eh Beethoven müzik yerine tenise, Tolstoy yazarlık yerine mühendisliğe yönelseydi, acaba şuandaki başarı ve şöhretlerine ulaşabilecekler miydi?
İnsan, kendine uygun olan varoluş amacını bularak, güç ve başarı yolunda ilerlemelidir. Diğer yandan kapitalist sistem ise, gücün sınırlarını çizerek, insanoğlunu kendi amaçları doğrultusunda manipüle etmektedir. Öyle ki, medya ve yönetim vasıtasıyla finansal ve şöhretsel güçlerin asıl güç olarak lanse edildiği günümüzde, kişiler de asıl yetenekli oldukları ve sevdikleri alanlar yerine, daha çok para ve güç getirecek alanlara yönelmekte, ve bu alanlarda tutunabilmek için her türlü ahlaksız davranışı sergileyebilmektedirler. Kapitalist sistemin olmadığı bir dünyada, sanat, bilim, edebiyat çok daha gelişecektir. Ancak günümüzde, belki kanseri bulabilecek potansiyeli olan bir kişi daha fazla para için diyetisyenliğe, yeni bir Suç ve Ceza yazma potansiyeli olan bir yazar ise Bankacılığa yönelebilmektedir. Elbette bu davranış modellerinde kişileri suçlamak da doğru değildir. Nitekim, yeteneksiz YouTuberlar ve pop şarkıcıları hem para hem üne sahipken, pek çok insanın bu kolay yolu tercih etmesi beklenen bir durumdur. Kısaca Karl Marx’ın tanımıyla meta fetişizmi, bizi maddeye, paraya ve güce tapan bireyler haline getirecektir. Nihayetinde, insanlar daha iyi olmaya çalışmamakta, para ve ün için daha iyi bir pozisyona gelmeyi arzulamaktadır.
Kapitalist sistemdeki rekabet odaklı hayatı uyuşturucuya benzetebiliriz. Nasıl ki başlangıçta uyuşturucuya ihtiyacınız yoktur, aynı şekilde kapitalist rekabete de ihtiyacınız yoktur. Çünkü sizin kişiliğinizi ve değerinizi kendinizde bulunan özellikler belirler ve aslında bunlar size ve çevrenize yeterlidir. Ancak aynı uyuşturucu gibi kullandıkça, o sistemin bağımlısı haline gelirsiniz; önceleri sisteme ayak uydurmak için sarf edilen çaba daha sonraları dopamin sayesinde sizin zevkiniz haline gelir, ve artık rekabet merkezli hayat sizi bağımlı hale getirmiştir. Kendi düşünceleriniz ve etik duygularınızın bir önemi kalmamış, sistemin, hiyerarşik düzenin ve toplumsal dayatmaların ortasında mutlu olduğunuza inandığınız, çürümüş, sahte bir hayat yaşamaktasınızdır. En kötüsü de uyuşturulduğunuz için ne kadar rezil bir hayat yaşadığınızın farkında bile olamazsınız.
İnsan daha çocukluktan aslında hiç ihtiyacı olmayan bir yarışa başlatılır. Bu yarış üniversite bitene kadar okulların yanlış sistemi üzerinden devam etmekte ve nihayet insan işe başladığında kendini daha çok hissettirmeye başlamaktadır. Birçok insan, hayattaki gerçek ideallerini unutup para, şöhret ve mevkinin peşinde koşmaya çalışır. Bu hedefler sahtedir çünkü kapitalist sistemde insan ne kadar üstün olursa olsun, onun üstünde de birisi mutlaka olacaktır. Yani aslında bu hiyerarşik düzende kişi asla kölelikten kurtulamayacak ve asla final noktasına ve mutlak zirveye - tatmine ulaşamayacaktır.
Mitolojik tarihte insan tarafından işlenmiş ilk günah kıskançlık yüzünden ortaya çıkmışsa da, işin detayına baktığımızda bütün varlıklar içinde işlenmiş ilk ve en büyük günah “kibir”dir. Kibir, şeytanı temsil eden ve onun tanrıya karşı çıkmasına neden olmuş, hem şeytana hem de insanlara özel bir karakteristik davranıştır. Günümüz sistemi insanı hem kıskançlık hem de kibir içerisinde bırakacak şekilde tasarlanmış bir yapıya sahiptir. Kişi, çocuklarla zaman geçirmeyi ve onlara birşeyler öğretmeyi çok seviyorsa bile, doktor olup saygınlığı ve parayı elde edebilecekken kibri yüzünden asla bir ilkokul öğretmeni olmak istemez. Çünkü ona göre ilkokul öğretmeni, doktordan daha alt seviyededir.
Daha önce dediğimiz gibi yeryüzünde işlenen ilk günah, Kabil tarafından kıskançlık nedeniyle işlenmiştir. Tanrıya karşı işlenmiş ilk günah ise şeytan tarafından kibir nedeniyle ortaya çıkmıştır. Ve son olarak da insanın işlediği ve dünya hayatını sembolize eden üçüncü ve son günah ise açgözlülük olmuştur. Nitekim; Âdem ve Havva, materyalizme yenik düşmüş, açgözlülüklerinin sonucu olarak yenmemesi gereken yasak meyveyi yemiş ve ironik olarak dünya dediğimiz meta hayatıyla cezalandırılmışlardır.
Peki, kapitalist sistemin dayattığı varoluşsal köleliği ortadan kaldırmanın bir yolu var mı? Aslında bu da oldukça zor bir soru; diyelim ki Komünist düzen misali bir sistem kuruldu; bu sefer de insanın tembellik ve sorumluluktan kaçma özelliği ortaya çıkacaktır. Nasıl olsa fazla emek göstermeyen insan ile yüksek emek sahibi insan aynı kazancı alacaktır, o halde de çalışkanın hakkı yenmiş olacaktır. Ama çalışkana fazla kazanç verdiğimizde ise, diğer kişinin kıskançlığı ortaya çıkacaktır. Çalışkanlar birbirinden daha çok kazanmak için daha çok emek gösterecek ve durum yine bugünkü rekabet sistemine çevrilecektir. Kısaca, ister komünist, ister kapitalist sistem kuralım; insanlar arasındaki kıskançlık, açgözlülük ve kibir büyümeye devam edecek ve böylece hırs odaklı yaşam stilleri, daha da kötüsü suçlar ve savaşlar ortaya çıkacaktır. O halde, ortadaki bu içler acısı problemin çözümü de sadece sağ - sol odaklı olarak mümkün değildir. Tüm bu nedenlerden dolayı; insan hiçbir zaman bencilliğinden ve açgözlülüğünden kurtulamayacağından optimal düzen için, üstün bir gücün varlığı - bireysel özgürlükleri kısıtlamamak koşuluyla - gerekmektedir. Ancak toplumun üstünde kontrol sahibi, ve yine o toplumun kendisi tarafından kontrol edilen ve atanan bir gücün varlığı - ki bu demokrasi ile seçilmiş bir kontrol mekanizmasıdır - ve bu gücün insana ne kadar, ne zaman ve ne amaçla çalışacağını söylemesi, kısmen ödüllendirmesi veya cezalandırması ile bir tür çözüm üretilebilecektir.
Daha önce dediğimiz gibi yeryüzünde işlenen ilk günah, Kabil tarafından kıskançlık nedeniyle işlenmiştir. Tanrıya karşı işlenmiş ilk günah ise şeytan tarafından kibir nedeniyle ortaya çıkmıştır. Ve son olarak da insanın işlediği ve dünya hayatını sembolize eden üçüncü ve son günah ise açgözlülük olmuştur. Nitekim; Âdem ve Havva, materyalizme yenik düşmüş, açgözlülüklerinin sonucu olarak yenmemesi gereken yasak meyveyi yemiş ve ironik olarak dünya dediğimiz meta hayatıyla cezalandırılmışlardır.
Peki, kapitalist sistemin dayattığı varoluşsal köleliği ortadan kaldırmanın bir yolu var mı? Aslında bu da oldukça zor bir soru; diyelim ki Komünist düzen misali bir sistem kuruldu; bu sefer de insanın tembellik ve sorumluluktan kaçma özelliği ortaya çıkacaktır. Nasıl olsa fazla emek göstermeyen insan ile yüksek emek sahibi insan aynı kazancı alacaktır, o halde de çalışkanın hakkı yenmiş olacaktır. Ama çalışkana fazla kazanç verdiğimizde ise, diğer kişinin kıskançlığı ortaya çıkacaktır. Çalışkanlar birbirinden daha çok kazanmak için daha çok emek gösterecek ve durum yine bugünkü rekabet sistemine çevrilecektir. Kısaca, ister komünist, ister kapitalist sistem kuralım; insanlar arasındaki kıskançlık, açgözlülük ve kibir büyümeye devam edecek ve böylece hırs odaklı yaşam stilleri, daha da kötüsü suçlar ve savaşlar ortaya çıkacaktır. O halde, ortadaki bu içler acısı problemin çözümü de sadece sağ - sol odaklı olarak mümkün değildir. Tüm bu nedenlerden dolayı; insan hiçbir zaman bencilliğinden ve açgözlülüğünden kurtulamayacağından optimal düzen için, üstün bir gücün varlığı - bireysel özgürlükleri kısıtlamamak koşuluyla - gerekmektedir. Ancak toplumun üstünde kontrol sahibi, ve yine o toplumun kendisi tarafından kontrol edilen ve atanan bir gücün varlığı - ki bu demokrasi ile seçilmiş bir kontrol mekanizmasıdır - ve bu gücün insana ne kadar, ne zaman ve ne amaçla çalışacağını söylemesi, kısmen ödüllendirmesi veya cezalandırması ile bir tür çözüm üretilebilecektir.
Elbette yasaklama ve cezalandırmayla asla gerçek ve başarılı bir düzen sağlanamaz, ancak bazı mutlak önlem gerektiren durumlarda işin en uygun çözümünü bulmak için yarı otokratik liberal sosyalist düşünceden yardım alınabilir.
İnsan, kötülük yapmaya, yoldan sapmaya oldukça müsait bir özelliğe sahiptir. Ve insan her zaman aklını, mantığını ve ahlaki duygularını kullanarak seçimler yapmayacaktır. Bütün insanların ilerlemiş, ahlaklı ve iyi bir ruha sahip olmaları beklenemez. Bu yönüyle, bir şekilde, her erişkin insanı aslında küçük yaramaz çocuklara benzetebiliriz. Bazen mantıklı açıklamalar ve bilim çocuğun kişiliğini geliştirmekte yardımcı olmaktadır, bazen ise ceza ve ödül kavramları çocuğun ahlaki duygularını ve kişiliğini geliştirmektedir. Eğer ki insan henüz ilerlemiş, ahlaklı ve iyi bir birey değilse, onun içinde bulunduğu sistemi düzeltmenin etkili yollarından biri de ödül ve ceza kavramları olacaktır. Ancak, sürekli aynı kesim tarafından kazanılan ödül, yine kıskançlık ve rekabete yol açacak, bu nedenle de yine sistem bozulacaktır. Bunun yerine, ceza kavramı daha etkili bir şekilde sisteme etki edebilir.
Daha açık anlatmak için bir anne ve beş çocuğunu içeren bir örnek düşünelim: Anne, her ay çocuklarından okulda en çok çalışan birine ödül almaktadır. Çocuklar ise, bu ödülü kapabilmek için sürekli daha çok çalışır, birbirlerine rakip olur, zamanla hırslanır ve eğer ödül çoğunlukla çocuklardan belli biri tarafından kazanılıyorsa diğer çocuklarda kıskançlık, kazanan çocukta ise kibir başlar. Bunun yerine, anne okulda başarısız olan çocuklarına ceza verme politikası izlerse, çocuklar birbirleriyle rakip olmak yerine, başarılı olmak için gereken yeterli emeği gösterip, daha rahat bir hayat süreceklerdir. Aralarına ise, hırs, rekabet, kibir ve kıskançlık girmeyecektir. Hatta dayanışma göstererek birbirlerine başarılı olmalarında bile yardımcı olabilirler.
Peki, bu anne ile dünya çapında sistemi nasıl benzetebiliriz? Çalışanların maaşları, işlerinde gösterdikleri emek, işin zorluğu, işin önemi, işi gerçekleştirmek için gereken eğitim gibi kategoriler kullanılarak oluşturulmuş bir formül ile belirlenebilir. Bu durumda aynı bölgede, aynı hastanede, aynı alanda, aynı okulu okuyarak o mesleği edinmiş ve eşit miktar ve verimlilikte belli bir saat çalışan iki doktorun aldığı maaş aynı olacaktır. Ancak ceza sistemi gereği, hata yapan, işinde başarısızlık yaşayan veya tam olarak gerektirdiği görevleri yapmayan doktor ceza alacaktır. (Bu ceza sıklığına ve ciddiyetine göre maddi veya manevi olabilir; uyarı, hapis, parasal ceza… ) Bu şekilde gerek doktorlar, gerek şoförler, gerekse iktisatçılar birbirleriyle rekabet etmek yerine, devletin kendilerine dayattığı görevlerini gerçekleştirmeye çalışacaklardır. Peki, şöyle bir soru gündeme gelebilir: “Kişi daha fazla çalışınca, fazladan getirisi olmayacaksa, bu durum çalışanı minimum yükümlülüklerini yaptıktan sonra tembelliğe iter mi?” Devletin çalışanlardan bekleyeceği emek miktarı normal bir insanın günlük verimli harcayabileceği emek kadar olacaktır, bu yüzden kişinin daha fazla çalışması durumunda aslında zaten verimlilik düşmeye başlayacaktır. Ayrıca, verimli harcanabilecek emek miktarı azaldıktan sonra kişinin çalışması negatif etki de edebilir. Bu şekilde hem verimli çalışan, hem verimli hizmet ve ürün sağlanacak hem de devletin bu sistemi sayesinde, hayatını tamamen işine harcayarak, ailesini ve sevgilisini ihmal etmiş, hayattan zevk almayan zavallı kişilerin kurtarılması sağlanacaktır. Ayrıca, çalışan zaten açgözlülük özelliğini yenmeyi başarırsa, daha çok para için daha çok işi talep etmeye hevesi de olmayacaktır. Ancak diğer yandan para ve hırs değil sadece idealleri ve sevdikleri için daha fazla çalışan, hayatını işine verenler de olacaktır ki dünyamızı geçmişte kalkındıran ve gelecekte de kalkındıracak olanlar aslında bu kendi hayatlarından fedakarlık eden cesur ve çalışkan insanlardır. Sizce gelecekte kansere, çok sevdiği birisi kanser olan, veya bu işe hayatını adamış birisi mi çözüm bulacak, yoksa şöhret veya daha fazla para için çalışan birisi mi?
Kabil’in düştüğü hataya düşmemek insanın elindedir. Ya mevcut düzeni değiştirmeye karar verecek ya da Kabil’in günahını, şeytanın günahını ve Âdem ile Havva’nın günahını işleyerek mutsuz ve çürümüş hayatına devam edecektir. Nihayetinde, yanlış yapanın cezalandırıldığı, ve başarılılar arasında bir ayrım olmadığı bu Habil - Kabil odaklı denge sistemi insanlığı mutlak mutluluğa ulaştıramasa da, en azından onların büyük günahları ve hataları işlemelerine engel olacaktır. Nitekim, kibir, açgözlülük, kıskançlık ve hırsın olmadığı bu tür bir yaşamı ölümden önceki cennet olarak adlandırabiliriz.
İnsan, kötülük yapmaya, yoldan sapmaya oldukça müsait bir özelliğe sahiptir. Ve insan her zaman aklını, mantığını ve ahlaki duygularını kullanarak seçimler yapmayacaktır. Bütün insanların ilerlemiş, ahlaklı ve iyi bir ruha sahip olmaları beklenemez. Bu yönüyle, bir şekilde, her erişkin insanı aslında küçük yaramaz çocuklara benzetebiliriz. Bazen mantıklı açıklamalar ve bilim çocuğun kişiliğini geliştirmekte yardımcı olmaktadır, bazen ise ceza ve ödül kavramları çocuğun ahlaki duygularını ve kişiliğini geliştirmektedir. Eğer ki insan henüz ilerlemiş, ahlaklı ve iyi bir birey değilse, onun içinde bulunduğu sistemi düzeltmenin etkili yollarından biri de ödül ve ceza kavramları olacaktır. Ancak, sürekli aynı kesim tarafından kazanılan ödül, yine kıskançlık ve rekabete yol açacak, bu nedenle de yine sistem bozulacaktır. Bunun yerine, ceza kavramı daha etkili bir şekilde sisteme etki edebilir.
Daha açık anlatmak için bir anne ve beş çocuğunu içeren bir örnek düşünelim: Anne, her ay çocuklarından okulda en çok çalışan birine ödül almaktadır. Çocuklar ise, bu ödülü kapabilmek için sürekli daha çok çalışır, birbirlerine rakip olur, zamanla hırslanır ve eğer ödül çoğunlukla çocuklardan belli biri tarafından kazanılıyorsa diğer çocuklarda kıskançlık, kazanan çocukta ise kibir başlar. Bunun yerine, anne okulda başarısız olan çocuklarına ceza verme politikası izlerse, çocuklar birbirleriyle rakip olmak yerine, başarılı olmak için gereken yeterli emeği gösterip, daha rahat bir hayat süreceklerdir. Aralarına ise, hırs, rekabet, kibir ve kıskançlık girmeyecektir. Hatta dayanışma göstererek birbirlerine başarılı olmalarında bile yardımcı olabilirler.
Peki, bu anne ile dünya çapında sistemi nasıl benzetebiliriz? Çalışanların maaşları, işlerinde gösterdikleri emek, işin zorluğu, işin önemi, işi gerçekleştirmek için gereken eğitim gibi kategoriler kullanılarak oluşturulmuş bir formül ile belirlenebilir. Bu durumda aynı bölgede, aynı hastanede, aynı alanda, aynı okulu okuyarak o mesleği edinmiş ve eşit miktar ve verimlilikte belli bir saat çalışan iki doktorun aldığı maaş aynı olacaktır. Ancak ceza sistemi gereği, hata yapan, işinde başarısızlık yaşayan veya tam olarak gerektirdiği görevleri yapmayan doktor ceza alacaktır. (Bu ceza sıklığına ve ciddiyetine göre maddi veya manevi olabilir; uyarı, hapis, parasal ceza… ) Bu şekilde gerek doktorlar, gerek şoförler, gerekse iktisatçılar birbirleriyle rekabet etmek yerine, devletin kendilerine dayattığı görevlerini gerçekleştirmeye çalışacaklardır. Peki, şöyle bir soru gündeme gelebilir: “Kişi daha fazla çalışınca, fazladan getirisi olmayacaksa, bu durum çalışanı minimum yükümlülüklerini yaptıktan sonra tembelliğe iter mi?” Devletin çalışanlardan bekleyeceği emek miktarı normal bir insanın günlük verimli harcayabileceği emek kadar olacaktır, bu yüzden kişinin daha fazla çalışması durumunda aslında zaten verimlilik düşmeye başlayacaktır. Ayrıca, verimli harcanabilecek emek miktarı azaldıktan sonra kişinin çalışması negatif etki de edebilir. Bu şekilde hem verimli çalışan, hem verimli hizmet ve ürün sağlanacak hem de devletin bu sistemi sayesinde, hayatını tamamen işine harcayarak, ailesini ve sevgilisini ihmal etmiş, hayattan zevk almayan zavallı kişilerin kurtarılması sağlanacaktır. Ayrıca, çalışan zaten açgözlülük özelliğini yenmeyi başarırsa, daha çok para için daha çok işi talep etmeye hevesi de olmayacaktır. Ancak diğer yandan para ve hırs değil sadece idealleri ve sevdikleri için daha fazla çalışan, hayatını işine verenler de olacaktır ki dünyamızı geçmişte kalkındıran ve gelecekte de kalkındıracak olanlar aslında bu kendi hayatlarından fedakarlık eden cesur ve çalışkan insanlardır. Sizce gelecekte kansere, çok sevdiği birisi kanser olan, veya bu işe hayatını adamış birisi mi çözüm bulacak, yoksa şöhret veya daha fazla para için çalışan birisi mi?
Kabil’in düştüğü hataya düşmemek insanın elindedir. Ya mevcut düzeni değiştirmeye karar verecek ya da Kabil’in günahını, şeytanın günahını ve Âdem ile Havva’nın günahını işleyerek mutsuz ve çürümüş hayatına devam edecektir. Nihayetinde, yanlış yapanın cezalandırıldığı, ve başarılılar arasında bir ayrım olmadığı bu Habil - Kabil odaklı denge sistemi insanlığı mutlak mutluluğa ulaştıramasa da, en azından onların büyük günahları ve hataları işlemelerine engel olacaktır. Nitekim, kibir, açgözlülük, kıskançlık ve hırsın olmadığı bu tür bir yaşamı ölümden önceki cennet olarak adlandırabiliriz.
Yazı sonrası biraz da müzik...
eskiden böyle değildi...
YanıtlaSilŞimdi bu yazının komünizmle ne farkı var? cık olmamış bence
YanıtlaSilkominizmin nesi var? sizin taptınız liberalizmden iyidir yüzdeyüz
SilBu yazı ne komunizmi savunuyor ve nede kapitalizmi, aksine ikisinede karşı çıkıyor.Yazarında söylemek istediği gibi gibi erdemli ve ahlaki bir yaşam sürmek ancak dünyevi (maddesel) dayatmaların sizin hayatınıza yeri olmadığı sürece mümkündür.
YanıtlaSilhırsın olmadığı yerde başarıda olmaz.
YanıtlaSilkesinlikle doğru bir kanı
Silağır kominist puropogandası
YanıtlaSilönce yazmayı öğren sağcı velet
Silgözlerim yaşardı sosyalizm, liberalizm ve islam aralarında çatışmadan tek bir yazıda :)))
YanıtlaSilYazı bence sosyalist değil tam tersine antisosyalist
Silişte budur ya sosyalist islam yükselişe geçekcek!
YanıtlaSilİslami göndermelerle dolu sosyalist makalesi hahaha
YanıtlaSil